11 Aralık 2012 Salı

Diş Çıkaran Bebeklere Kehribar Diş Boncukları




İlk kez, İsviçre'de yaşayan kuzenimin oğlunda görmüştüm; çok enteresan gelmişti. Diş çıkarma döneminde bebeklerin boynuna takılan kehribar (amber) kolyelerin faydalarından bahsetti ve Avrupa'da çok yaygın kullanımı olduğunu anlattı. Daha sonra ben kızım için getirttim ve inanılmaz faydasını gördüm. Kızımın o mıymıy, sıkıntılı diş çıkarma dönemini, kehribar diş boncuğu kullanarak oldukça rahat bir biçimde geçirmiştik. Hatta biz o kolyeye öyle sevdik öyle minnet duyduk ki, daha sonraları da bir aksesuvar olarak boynumuzdan hiç çıkarmadık. Kehribar taşının zaten ağrılara iyi gelen bir özelliği var, biraz araştırınca bu bilgiyi yakalıyorsunuz.

Nedir kehribar diş boncuklarının faydaları, biraz size ondan bahsedelim :

13 Kasım 2012 Salı

Yeşil Çayın Faydalarına Japon Olmak, Fransız Kalmamak


1996 senesinde İngiltere’deyken, sınıfımızdaki Japon arkadaşlarımızın elinde, pet şişelerde yeşilimsi renkte bir sıvıyı devamlı görürdük. Japonlar için vazgeçilmez olduğunu öğrendiğimiz bu sıvı, yeşil çaydı. Japon seremonilerinin vazgeçilmezi yeşil çay!

Uzakdoğuda 4000 yıldır tıbbi amaçlarla kullanılan yeşil çayın, batı dünyası da artık farkında ve saymakla bitmeyen faydalarına hergün bir yenisi ekleniyor. Yeşil çay aslında siyah çayla aynı bitki olmasına rağmen, farklı işlemlerden geçtikleri için farklı isim ve tadlarda. Yaprakların yavaş yavaş kurutulmasıyla elde edilen siyah çayın aksine yeşil çay, yaprakların toplanır toplanmaz hızla kavrulup, kurutulmasıyla elde ediliyor. Bu süreçte doğal olarak siyah çay oksijenle tepkimeye girerken yeşil çayın oksijenle tepkimeye girmesine izin verilmiyor. Her iki çayda da kafein var ancak yeşil çayda daha az, her ikisinin de antioksidan özelliği var, ancak daha az işlem gördüğü için yeşil çayda daha fazla.

Yeşil çayın sağlığa faydalarını herkes az çok biliyor, burada da başlıklar halinde zikredelim :

  • Kanser riskini azaltır,
  • Antioksidandır,
  • Kolestrolü düşürür,
  • Tansiyonu dengeler,
  • Kan şekerini dengeler,
  • Bakterileri öldürür,
  • Ağız kokusunu önler,
  • İçindeki kafein sayesinde performansı etkiler, yorgunluk ve uyku halini kaldırır,
  • İdrar söktürücüdür, bu nedenle zayıflama kürlerinde kullanılır,
  • İçindeki C vitamini sayesinde, stresi azaltır
  • İçindeki flavonoidler sayesinde kan damarlarını güçlendirir,
  • İçindeki fluorid sayesinde diş çürümelerini engeller,
  • İçindeki E vitamini sayesinde yaşlanmayı geciktirici etkisi vardır,
  • Sigara kullanımının toksik etkisini azaltır,
  • Hamile kadınlara sorunsuz bir doğum vaat eder, sakat çocuk riskini azaltır,
  • Anti enflamatuardır, hücre yeniler,
  • Damar sertliğinden korur,
  • Deriyi besle,
  • Kalp ve dolaşım sistemini olumlu etkiler,
  • Kemik erimesini engeller,
  • Migreni geçirir,
  • Mide bağırsak problemlerini hafifletir,
  • Sürekli kullanımı romatizmal hastalıkların tedavisinde faydaladır,
  • İstenmeyen yağların %30 a yakınını absorbe eder,
  • Stres için birebirdir,
  • HIV’e karşı koruyucudur.

Tüm bunlar yeşil çayın mucizevi bir bitki ve içecek olduğunu gösteriyor. Peki günlük tüketim ne olmalı? Ortalama bir kupa yeşil çayda, 50-150 mg. arsında polifenol bulunuyor. Önerilen miktarsa günde 2-3 kupa yeşil çay veya 100-750 mg./yeşil çay     ekstresi almak. Ancak kafein içeren çay;uykusuzluk, anksiyete, huzursuzluk ve baş ağrısına yol açabiliyor. Kafeine çok hassas bireyler için yeşil çay ekstresi almak daha iyi bir  alternatif.

Yeşil çayın bu kadar faydası varken, bir çok yiyeceğin de yeşil çay katkılı olmasına şaşmamak gerek. Bakınız yeşil çaylı Kit Kat!


Bir diğer kritik nokta da yeşil çayın nasıl hazırlanacağı ve servis edileceği. İşin uzmanlarına göre; yeşil çayı (ister poşet ister yaprak halinde) önce demliğin içine koyuyoruz. Kaynar suyu öncelikle boş bardaklara alıyoruz. Suyu 10 saniye kadar bardakta tutup demliğe döküyoruz. Demlikte 30-40 saniye demini almasını bekliyoruz ve içiyoruz. Böyle yapmamızın nedeni; kaynar suyu direkt demliğe döktüğümüzde tadının acılaşması, yukarıda önerilen yöntemle içimi daha keyifli bir çay elde etmek mümkün.Yanda Japonların geleneksel yeşil çay servislerini görüyorsunuz.

Geleneksel çay seremonisinde Japonlar yeşil çayın yanında Wagashi denen tatlıları da ikram ediyorlar. Çay seremonisi esnasında konuklar genellikle yedikleri tatlının adının ne olduğunu bilmez. Çay içildikten hemen sonra tatlının adı ev sahibi tarafından söylenir. Bu adların birçoğu Japon şiirlerinden veya kısa Japon manzumeleri olan haikulardan alınan -doğa güzelliklerini betimleyen veya böyle bir doğa güzelliğini imgeleyen- kachofugetsu terimlerinden veya yöresel tarih ve yer isimlerinden gelir. Wagashi’nin bu özel adını öğrenince, konuklar yedikleri tatlının ismin anlamı üzerine düşünürler ve hayal güçlerini çalıştırarak spritüel bir deneyim yaşarlar. Ne kadar etkileyici değil mi?

Bu arada aklıma gelmişken hem espiri yapmış hem de sormuş olayım : fazlaca yeşil çay içersek, literatüre geçmiş “Japon sadakatini” yakalayabilir miyiz, ne dersiniz?

Bu kadim uygarlık, bu bilge topluluk, bu ağırbaşlı millete hep hayran olmuşumdur. Buradan kendilerine “Namaste” demek istiyorum. Yeşil çay sadece biri, teşekkürler bize katkılarınız için!

17 Ekim 2012 Çarşamba

Yeşil İş - Green Business 2012






İş dünyası, sürdürülebilir gelecek esaslı bir iş dünyası modelinin kaçınılmaz olduğu gerçeği ve bu sorumluluk bilinciyle, tüm tarafları buluşturmayı hedefleyen Yeşil İş-Green Business 2012 ile dördüncü kez biraraya geliyor.

Yeşil İş-Green Bussiness 2012`de sürdürülebilirlik  ve yeşil ekonomi için, iş dünyasında son gelişmeler, yenilikler, uygulamalar, kanunlar, standartlar, teşvikler, mali ve mali olmayan riskler ve fırsatlar paylaşılacak.

Yeşil İş-Green Bussiness 2012 sürdürülebilir iş dünyasında tüm tarafları; karar vericileri, endüstri ve sektör temsilcilerini, yatırımcıları, yenilenebilir enerji yatırımcılarını, finans kuruluşlarını, yöneticileri, tedarikçileri, tasarımcıları, pazarlama uzmanlarını, teknik uzmanları, uygulayıcıları, devlet kuruluşlarını, karbon tedarikçilerini, danışmanlarını, global karbon piyasalarının temsilcilerini,  ve sivil toplum kuruluşlarını biraraya getirmeyi, tüm yenilikleri, uygulamaları, projeleri ve ürünleri paylaşmayı hedefliyor.

800'e yakın katılımcının yer aldığı 2011 yılındaki konferans sonunda 3600 adet ağaç dikilmiş ayrıca da konferans karbon nötr olarak gerçekleştirilmiş. Aynı durum 2012 yılı konferansında da gerçekleştirilecek.

Karbon nötr ne demek? Konfereans sonrasında ortaya çıkan CO2 salınımları hesaplanarak konferansın karbon ayak izi silinecek. Böylesi bir konferansa da bu yakışır!

Konferans 18-19 Ekim tarihlerinde Swissotel-The Bosphorus/İSTANBUL adresinde  ve dünyaca ünlü sürdürülebilirlik uzmanlarının katılımıyla gerçekleşecek.

Konferansın konunun ilgililerine ve aslında hepimize katkı sağlamasını umuyoruz. Bu konferansın sonuç bildirgesini sizlerle burada paylaşacağız.

Detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

15 Ekim 2012 Pazartesi

Hayvan-sız Bir Yaşam Biçimi : Vejetaryenlik!





Yukarıda saydığım ve bir bölümü hayatta olmayan isimlerin ortak özellikleri nedir sizce?

Çok yormayayım sizi : Bu isimlerin her biri vejetaryen!

Yani hayvan-sız bir yaşam biçimini seçmişler..

Orhan Pamuk “Yeni Hayat” kitabının girişinde der ki : Bir kitap okudum, hayatım değişti! Ben de biraz önce bir kitaba rastladım, adı çok çarpıcı idi ve bu konuyu ele almaya karar verdim.

Vegan Diet-Animal Free Lifestyle.. Yazarı Hanna Getty.




Nedir vejetaryenlik ? Vejetaryenlik ya da diğer adıyla “etyemezlik” beslenmede et, balık, kümes hayvanı tüketmemektir. Birkaç türde vejetaryen var. Bir kısmı sadece kırmızı et yemezken, bazıları tüm hayvanların etlerini yemeyi reddetmekte, bazıları bu beslenme şekline yumurta ve süt yememeyi de dahil etmektedir. Hatta  aşırı vejetaryenler diyebileceğimiz bir kısmı ise, içinde jöle olan pastayı, jöle hayvan kemiklerinden sağlanan bir madde olduğu için yememek boyutunda bir tavır sergileyebiliyorlar.


Her vejetaryenin, bu yolu seçmekteki düşünce tarzı farklı. Kimisi canlıların, yenmek üzere beslenmesine karşı olduğu için, kimisi et yemeden beslenmenin daha sağlıklı olunacağını düşündüğünden, kimisi damak tadı olarak sevmediğinden..gibi. Ağırlıklı olarak sağlıklı beslenmek adına vejetaryen olanları görmekle beraber, bu bilinç düzeyindeki insanların çoğunun aynı zamanda, hayvanların yenmek üzere yetiştirilmemesi ve bu amaç için acı çektirilmemesi düşüncesini de taşıyor olduğunu söyleyebiliriz.

Çevre açısından ise, Vegan Turkiye’den öğrendiğimize göre; kırmızı et kaynağı bir ineğin bir günde atmosfere saldığı metan gazı 0,23 kg civarıdır. Bunun karbondioksit karşılığı 4,83 kg.CO2 olup tükettiğimiz pişmemiş 1 kg sığır eti için doğaya 34,6 kg karbondioksit salınmaktadır ve bu çevre açısından inanılmaz bir tahribattır.

Ayrıca vejetaryenlerin, hayvan yetiştirmek için ayrılan geniş arazilerde, çok daha fazla sebze-meyve yetiştirilebileceği tezleri ile, kırmızı et için yetiştirilen hayvanların çevreye saldığı CO2 miktarı ile, yeşilin ve ağaçların çevreyi temizleme gücünü kıyasladığınızda, vejetaryen olmak aynı zamanda çevre dostu olmak anlamına da geliyor.

Amerika ve İngiltere’de yapılan araştırmalar nüfuslarının yaklaşık %10’u civarının vejetaryen eğilimli beslendiği, daha az oranda da vejetaryenin olduğu yönünde. Türkiye’de ise sanırım matematiksel bir ifadeye gelmeyecek bir düzeydedir. İnternette biraz araştırma yaptığımızda da görüyoruz ki, bu tarz bir beslenmeye eğilim yavaş yavaş artmakta. Çokça websitesi ve takip edeni var. Herkesin yaşam biçimine ve tercihlerine saygılı olmakla birlikte, “insan kılığında HAYVAN”SIZ bir yaşam herkesin hakkı.

Sağlıcakla ve sevdiğinizle&sevdiğiniz gibi kalın!

4 Ekim 2012 Perşembe

Bugün Dünya İçin Ne Yaptın? Karbon Ayak İzine Bak!






Karbon ayak izi, birim karbondioksit cinsinden ölçülen, üretilen sera gazı miktarı açısından insan faaliyetlerinin çevreye verdiği zararın ölçüsüdür. Yani ulaşım, ısınma, enerji tüketimi ve satın aldığımız ürünler dolayısıyla atmosfere yaydığımız karbon miktarıdır.  İklim değişikliğine neden olan insan kaynaklı çevresel kirliliğin azaltılması için, bireysel bazda karbon ayak izimizi hesaplayıp, azaltılması için yapılması gerekenleri yapmazsak, üstelik de bir an önce yapmazsak, gelecek nesillere bırakacak temiz bir çevre olmayacak.

Buradan karbon ayak izinizi hesaplayarak, doğaya bireysel bazda ne ölçüde zarar verdiğinizi bulabilirsiniz. Sonuç faciaysa, duyarlı insanlar için yapılacak şey zararın telafisidir. Yani karbon ayak izimizi azaltmaktır. Nedir karbon ayak izimizi azaltmak için yapılabilecekler [1] :

Birincil (Direkt) Ayak İzinizi Azaltmak için Yapılabilecekler
  1. Tatiller
    Uçakla gitmeyin.
  2. Elektrik
    Yenilenebilir enerji kullanın.
  3. Doğalgaz
    Isınma için güneş enerjisi kullanının; bu yolla doğal gaz faturanızı yılda yüzde 70 oranında azaltabilirsiniz.
  4. Seyahat
    Mümkün olduğunca toplu taşıma araçlarını kullanın. Yerel otobüs hizmetlerinizi öğrenin ve kullanın.
  5. Araba
    Paylaşma Yolculuk ayak izinizi azaltmak için işe giderken arabanızı paylaşabilirsiniz.
İkincil Ayak İzinizi Azaltmak İçin İpuçları
Birşeyler satın aldığınız zaman, bu ürünlerin nerelerde üretildiğini ve üretimde hangi maddelerin kullanıldığını göz önüne alın. İmalat ya da nakliyesinde yüksek emisyona sahip olan ürünlerden mümkün olduğunca kaçınılmalıdır. Sözgelimi:
  1. Şişe suyu
    Çoğu Avrupa ve Kuzey Amerika ülkesinde musluk suyunu kullanma konusunda herhangi bir sakınma olmamasına rağmen insanlar şişe suyu alma konusunda ısrar etmektedir. Eğer şişe üzerinde volkanik kaynaklardan geldiği konusunda bir ibare varsa uzak bir yerden ithal edildiğinden emin olabilirsiniz. Suyun nakliyesinin karbon Ayak izini hayal edin. Bir de buna şişeleme ve/veya geridönüşümden kaynaklanan emisyonları ekleyin.
  2. Uzak mesafelerden gelen yiyecek ve içecekler
    Süpermarkete gittiğiniz zaman satın aldığınız yiyeceklerin hangi ülkeden geldiğini anlamak için etiketine bakınız. İngiltere’de sonbaharda Yeni Zelanda elması almaya gerek yoktur, ama insanlar buna pek dikkat etmezler. Dünyanın öteki ucundan gelen bir şişe şarabı satın alırken iki kez düşünün; çok daha fazla, ama çok daha az yol katetmiş yerel şarap bulabilirsiniz. Yapacağınız en iyi şey kendi meyve ve sebzelerinizi kendi bahçenizde yetiştirmek olacaktır. Bir elma ağacı diktiğinizde hem bir sürü mevyeye sahip olursunuz hem de bu ağaç atmosferdeki karbon miktarının azaltılmasına katkıda bulunur.
  3. Et tüketimi
    Et tüketmini, özellikle kırmızı et tüketimini azaltın.
  4. Uzak ülkelerden gelen elbiseler
    Satın almadan önce elbiselerin etiketlerini kontrol edin. Eğer 1000 milden daha uzak bir ülkeden gelmişse başka elbise aramaya devam edin.
  5. Fazla ambalajlanmış ürünler  
    Gereksiz ambalaja sahip ürün ve hizmetlerden uzak durun. Daha fazla söze gerek var mı?
Netice olarak düşük karbon ayak izi olan ürünleri talep edin.

Evet, basit kişisel önlemlerle karbon ayak izimizi azaltmak mümkün. Örneğin ısınma sırasında ev içi sıcaklığını 1oC daha azalttığımızda yılda en az 300 kg karbondioksitin atmosfere salımını engellemiş oluruz. Aynı şekilde gereksiz yere yanan lambaları söndürerek de en az 250 kg karbondioksitin salımını da engellemiş oluruz.

Ya da araba kullanmak durumundaysanız, motor gücü düşük modelleri seçin.

Eğer alışkanlıklarınızdan kolay vazgeçemiyorsanız da, doğaya saldığınız karbondioksit miktarını dengelemek için ağaç dikin! Örneğin, otomobiliniz için kullandığınız her 375 litre benzinin doğaya saldığı karbondioksiti dengelemek için 1 ağaç dikmeniz gerekiyor.

Bütün bunları önemsemiyorsanız da söylenebilecek tek şey var : GİDİN FOTOSENTEZ YAPIN!

23 Eylül 2012 Pazar

Yeni Anayasa, Yeşil Anayasa


Devlet-İnsan-Doğa



Artık herkes doğanın git gide bozulduğunun ve bu durumun canlılar açısından ne derece tehdit edici olduğunun farkında. Bu farkındalığı “bir şeyler yapmak lazım” düşüncesinden, eylem boyutuna geçiren çeşitli kişi, oluşum, kurum ve örgütler var; onlar iyi ki de var!

Örneğin; çevre aktivistlerinden, hukukçulardan, milletvekilleri ve akademisyenlerden oluşan 40 kişilik bir grup, “Ekolojik Anayasa Girişimi”ni başlatarak, hazırladıkları ve doğanın haklarını da içeren taslak öneri anayasa madde ve gerekçelerini, Meclis’te anayasa komisyonuna sunarak, yeni yapılacak anayasada bu maddelerin de yer alması yönünde talepleri iletmiş oldular.

Mevcut Anayasamızda,

MADDE 56- Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.
Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.
Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.
Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.

Hükmü ile, çevreye ilişkin sınırlı bir düzenleme yapılmakta ve bu düzenleme elbette ki, ihtiyacı karşılamamaktadır.

Ekolojik Anayasa Girişimi’nin hazırladığı ekolojik anayasa taslak maddeleri ve gerekçelerine buradan ulaşabilirsiniz.

Özetle Girişim, mevcut anayasalardaki düzenlemelerin devlet ve insan (vatandaş) arasındaki ilişkileri düzenlediğini, halbuki doğanın bir kaynak olarak değil bir varlık olarak ve anayasa hükümlerinde bir üçüncü unsur olarak var olması gerektiğinin altını çiziyor. Çünkü doğa direkt olarak insanı etkiliyor ve bu yüzden de anayasada yer olması bir zaruret. Doğanın korunması lazım ki insan  faktörü korunmuş olsun anlayışı hakim bu düşüncede. Girişimin temsilcileri komisyona sundukları önerilerde temel olarak anayasanın, doğaya hükmetmeye çalışan insanı değil, doğayı hak öznesi olarak tanıması gerektiğini ifade ediyor. Ekolojik Anayasa, dünyayı gelecek kuşaklardan emanet alındığı bilinciyle, doğayla uyum içinde yaşamanın esas alındığı; su, hava, gen, tohum gibi doğal unsurlar için doğal kaynak değil doğal varlık nitelendirmesinin benimsendiği, doğada olası zararlara yol açabilecek faaliyetlerde ihtiyatlılık ilkesinin benimsendiği, kamu yararında doğal dengelerin gözetildiği, yabani ve evcil hayvan haklarının güvence altına alındığı, sağlıklı su ve gıdaya ulaşım hakkının benimsendiği hukuksal düzenlemeler öneriyor ve sağlıklı bir çevrede yaşamanın herkesin en temel yaşam hakkı olduğunu savunuyor.

 Dünyada ilk çevreci (doğanın haklarını tanıyan) anayasa Bolivya ve Ekvador’da yapılmış. Bugün ülkeler yavaş yavaş, doğanın korunmasına dair hükümleri anayasalarına eklemeye başladılar. Örneğin Avrupa’da Almanya, Fransa ve Yunanistan bu konuda başı çeken ülkeler.

Darısı “yalnız ve güzel” ülkemin başına, diyeceğim .. inşallah bizim ülkemizde de öyle günler gelsin ki, yasa yapıcılar sadece “insan” yararına olan düzenlemeler yapsın!!!




16 Eylül 2012 Pazar

Yeşil "Domuzcuk"lar


Dünkü Hürriyet gazetesinde yer alan bir haber beni çok güldürdü. Amerika’da trafik cezası alan bir sürücü, 137 dolarlık cezayı, origamiyle (Japon kağıt katlama sanatı) domuzcuk şekline getirdiği 1’er dolarlık banknotlarla ödemiş!

Önce cezayı bu şekilde kabul etmeyen ve domuzcuk haline getirdiği dolarları açmasını isteyen polis, adamın ödeme şeklinin yasal olduğunu belirtmesinin ardından gelen polis amirinin gülerek domuzları açmasıyla  cezayı bu şekilde ödemiş oldu.
  



Bu yüksek ironiye sahip kişiyi kutlamamak elde değil! Zira Amerika ve İngiltere gibi ülkelerde polise domuz (pig-bacon) denirmiş ve çocuklar polis gördüklerinde
(I smell bacon in the air-havada domuz kokusu var) diye bir şarkı mırıldanırlarmış..Süper bir ironi !

Bu haber niye mi bu blogda yer aldı?

Biliyorsunuz Amerikan Dolarının informal ismi “yeşil”dir. Her ne kadar başka bir “yeşil”den konuşuyor olsak da, Yeşil bizim ilgi alanımızda J

Bu Ne, Bu ? QR KOD!



Son zamanlarda basılı mecrada oldukça sık yer almaya başladı. Çoğunlukla reklamlarda ve seyahat ilanlarında yer alıyor, genellikle kare şeklinde beyaz fon üzerinde siyah motiflerden oluşuyor. Bu işaret yani QR Kod (Quick Response-Çabuk Tepki), bir nevi barkod ve tanıtımı yapılmak istenen ürün ya da hizmetle ilgili bilgiler içeriyor. Bu bilgiler, sadece bir web sitesine yönlenme olabileceği gibi, o ürün ya da hizmetin detayları gibi daha fazla içerikte olabiliyor. Burada kritik nokta, nerdeyse her elde mevcut akıllı telefonlar ya da mobil cihazlara yüklenen basit bir program yardımıyla, o kodların okutulması ve bilgiye anında erişim! Mobil cihazların ekranının koda teması ile (üstelik de herhangi bir yönden, nasıl tuttuğunuz fark etmez) ekranda ürünle ilgili dataylara anında ulaşıyorsunuz.

Örneğin aşağıda www.totsandmore.com.tr web adresimizin içerik olarak yüklendiği QR kodu görüyorsunuz. Bunu okuyan programın yer aldığı (buradan yükleyebilirsiniz) telefonunuzu koda temas ettirdiğinizde, bu siteye yönlenme olacak; ekrana hiçbir şey yazmanıza gerek olmadan!


Bu kod kullanılarak yapılabilecek bazı uygulamalardan örnekler aşağıda [1]:


- QR Kod ile web sitenizin tanıtımını yapabilirsiniz
- QR Kod ile sesli arama yapabilirsiniz
- QR Kod ile SMS gönderebilirsiniz
- E-posta gönderebilirsiniz
- Kartvizitinizin üzerine QR Kod basabilirsiniz
- T-shirt üzerine QR Kod basabilirsiniz
- Bir indirim kuponunun üzerine QR Kod basabilirsiniz
- Bir süpermarkette alışveriş sepetinin üzeri QR kod reklam mecraı olarak kullanılabilir
- Facebook sayfanızı tanıtabilirsiniz (QR Kod içeriği 'beni ekle' linki olabilir)
- Kişisel bilgilerinizi içeren QR Kod şeklinde bir dövme yaptırabilirsiniz (Facebook sayfanıza veya bir web sitesine link)
- Gayrimenkul sektöründe emlak verilerini içeren bir açılış sayfasına ulaşmak için gayrimenkul piyasasında kullanın. Potansiyel müşterileriniz QR kodu tarayıp ilgili emlak sayfasına ulaşacaklardır.
- Ürün / kampanya sayfasına link olarak herhangi bir reklamda kullanın (tv, dergi, billboard).
- Sıfır veya 2.el otomobil piyasasında da QR kod kullanılabilir. Potansiyel müşterileriniz örneğin vasıtanın ön camındaki QR Kodu taramak suretiyle araçla ilgili tüm bilgilere (model yılı, fiyat, motor hacmi, kilometre, yakıt sarfiyatı) ulaşabilirler.
- Wi-fi şifre bilgilerinin otomatik olarak alınması (Örneğin Starbucks'a girdiğinizde Starbucks tarafından hazırlanmış QR Kod taranıp otomatik olarak o Starbucks Cafe'nin Wi-fi ağına bağlanılabilir.
- Müze / etkinlik biletleri üzerine basılabilir
- Hava yollarının boarding pass kartları üzerine, ya da bagaj takibi yapılmak üzere bagaj etiketlerine basılabilir.
- Google Maps adresine bağlamak için kullanılabilir
- QR kod bir şarap şişesinin üzerine basılarak tüketici; şarabın tarihi, bağı, üzümün yolculuğu ve şarabın içim özelliklerini anlatan bir videoya anında erişim sağlayabilir.
- Sinemalar film afişlerinde QR kod kullanarak izleyicilerin film hakkında yorum ve görüşler içeren web sitelerine bağlanmasını sağlayabilirler.
- Restoranlar yemekler hakkında müşterilerinin yorumlarını içeren bilgilere ulaşmaları için QR Kod kullabilirler.
- Sokak tabelalarında kullanıldığında QR Kod bulunulan mahalleyi gösteren bir Google Haritası açabilir.
- QR Kod taranarak bir kitapla ilgili olarak doğrudan kitabı satan bir online kitabevine gidilebilir.
- QR Kod taranarak bir ankete doğrudan katılım sağlanabilir.
- QR kodu taranarak turistler herhangi bir şehir için gezi ve turizm ipuçları elde edebilir, yardım alabilir.

.. ve daha aklınıza gelebilecek her tür şey için QR Kod kullanabilirsiniz.


Benim burada aklıma gelen, kendi sektörümüzle ilgili şu oldu : Organik pamuktan üretilmiş tekstil ürünleri, GOTS’a göre (Global Organic Textile Standards)  denetimden geçiyor ve sertifikalandırılıyor, biliyorsunuz. Bu GOTS Standartları da ürünlerin geriye dönük olarak takibini zorunlu kılıyor. Yani ürünün üretildiği pamuk hangi tarladan çıkmış, nerde iplik haline gelmiş ve nerde dokunmuş ve nihayetinde nerde son ürün haline gelmiş, hepsi geriye dönük olarak belli ve kayıt altında. Eğer ürün etiketlerinde QR kod kullanılır ve bu bilgiler yüklenirse, tüketici ürünle ilgili detay bilgilere ve sertifikalara da anında ulaşır ve ürünlerin güvenilirliği artar. Belki de denetim standartlarına eklenir bu uygulama. Tüketicinin güvenini sağlayacağı kesin!

Şimdi herhangi bir ürün ya da uygulamaya QR kod eklemek isterseniz şurdan yapabilirsiniz.

Bu gelişmeler, hem hayatı kolaylaştırıyor, hem teknolojinin gideceği yer olarak kaygılandırıyor. Gelecekte insanların da meta gibi kodlanarak takip edilmesi hadisesi bir bilim kurgu filmi senaryosu olarak kalsa keşke!



[1] http://www.qrkod.cc/QR-Kod-Nedir-/qr-kod-nedir-.html

12 Eylül 2012 Çarşamba

Tots and More UNNADO'da!



% 40'a varan indirimli fiyatlarla bu hafta Unnado'dayız. Kaçırmayın!

Yeşil Ekonomi : Kurt Mu? Kurtarıcı Mı?





Yeşil ekonomi, yeşil ekonomi… Nedir bu yeşil ekonomi?

Yeşil ekonomi, yeni ekonomi anlayışıdır. Özetle de klasik iktisadın temellerine insan ve doğa faktörlerinin de esaslı bir şekilde eklenmesidir. İnsan ve doğanın değerinin bilinmesi, kıt doğal kaynakların, insan refahının yükseltilip yoksulluğun azaltılmasında efektif ve optimal kullanılması bu yeni ekonomik anlayışın temelidir.

Konuyla ilgili biraz teknik bilgi topladık :


Yeşil Ekonomi, 2008 global krizinin ardından mevcut iktisadi sisteme alternatif olarak önerilen bir iktisadi sistem. İktisadın temel amacı insan refahını arttırmak ve neo klasik iktisadın dayandığı temel de, insan refahının artması için gelirin artması gerektiğidir. Oysa “yeşil ekonomi” refahın, gelirin artması yanında “sosyal” ve “ekolojik” boyutlarının da olduğunu söyler.[1] Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) yeşil ekonomiyi, “çevresel riskleri ve ekolojik kıtlığı azaltırken insan refahının ve sosyal eşitliğin iyileştirilmesi” olarak tanımlamaktadır. UNEP; “Yeşil Ekonomi” kavramını; tekrarlanan enerji, iklim, çevre, gıda ve finans krizlerinin sebebinin “sermayenin aşırı ölçüde yanlış tahsis edilmesi” olduğu argümanına dayanarak geliştirmiştir.[2]

Bir kurtarıcı gibi görülen yeşil ekonomi, sürdürülebilir kalkınma kavramının tartışıldığı Birleşmiş Milletler ‘in 1992 yılında Rio’da yapılan Çevre ve Kalkınma Konferansı’ndan tam 20 yıl sonra 2012 Haziran’ında aynı yerde ve aynı toplantının gündemiydi. Toplantının sonuç metninde yeşil ekonomi, sürdürülebilir kalkınma ve yoksulluğun azaltılması kavramlarıyla birlikte değerlendirilmekte ve hedef, kalkınmanın daimiliği, yoksulluğun azaltılması ve ekosistemin korunması olarak belirlenmektedir. Sürdürülebilir kalkınmada her ülkenin farklı yöntem, yaklaşım ve metodlarının olabileceği belirtilerek belli bir esneklik de sağlanmıştır[3].

Tanımlardan da gördüğünüz gibi, hep insan ve çevre odaklı ifadeler ve bu kısmı insanı umutlandırıyor. Ancak aşağıdaki esaslı eleştiri de hepimizin kafasını karıştırıyor :

“’Yeşil ekonomi’ mi dediniz? Bu, sömürgeciliğin yalnızca yeni bir biçimi.”

Bu sözleri Bolivya devlet başkanı Evo Morales, Rio Zirvesi’nde söylüyor!

“Kuzey ülkeleri çılgınca, âlem yaparcasına her şeyi tahrip ederek zenginleşiyorlar, sonra da güney ülkelerine dönüyorlar ve onları dikkatli olmaya davet ediyorlar. Çevresel bahaneleri kullanarak bizlerin ulusal politikalarını yargılamak ve yönlendirmek istiyorlar.”

Belki de haklı. Belki de bu yeni kavram, sadece kemikleşmiş sorunları “yeşile boyama” ve bu şekilde örtbas etme çabası.




Bugün dünyada 1 milyarın üzerinde AÇ insan var (FAO –Dünya Tarım Teşkilatı verileri) ve sürdürülebilir kalkınmayı önerenler, o 1 milyar insanı AÇ bırakacak kadar ÇOK tıkınanlar, tüketenler!





9 Eylül 2012 Pazar

Organik Anneye Pratik Bir Öneri



Sevgili yediğine içtiğine dikkat eden anneler … Kış hazırlıkları başladı mı? Turşular, reçeller, konserveler yapıldı, mevsim sebzeleri dipfrize kaldırıldı mı? Bizi takip edenler sanırım bu faaliyetleri es geçmiyordur. Ailesine sağlıklı yiyecekler yedirme çabaları, organik anneler için manevi olarak oldukça tatmin edici, mutlu edici ve nostaljiktir… veeee asla yormaz. J

Geçenlerde rastladığım ve benim oldukça hoşuma giden bir fikri sizlerle paylaşmak istiyorum. Yemeklerinizde ve soslarınızda kullandığınız o güzel aromalı bitkiler, biliyorsunuz taze olarak fazla muhafaza edilemiyor. Kopartıldığında fazla uzun ömürlü olmuyor. Her zaman taze bulundurmak da pek mümkün olamıyor. Halbuki örneğin et pişirirken, kuru biberiye yerine missss gibi taze biberiye koymanın yerini ne tutabilir? Ya da salatanıza eklediğiniz o taze kekiğin burnunuza ve ruhunuza bayram ettiren kokusu ve lezzetini kuru kekikte bulabilir misiniz?

O zaman ne yapıyoruz? Aşağıda resimde çok açık görebileceğiniz gibi; taze baharat/bitkileri alıp, yıkayıp kurutup (buradaki kurutma suyunun süzülmesi anlamında) buz kalıplarına koyup üzerine de zeytinyağı ekliyor ve dondurucuda saklıyoruz. Ne zaman ki kullanmamız lazım geldi, ihtiyacımız kadarını çıkartıp kalıbından yemeklerimizde kullanıyoruz!



  
Ben bayıldım, umarım siz de beğenirsiniz!

Hayatımızdaki güzel kokuların daim olması ve hep neşe getirmesi dileğiyle, sevgiler.

7 Eylül 2012 Cuma

Organik ve El Yapımı Oyuncaklar Tots and More'da!





Oyuncak konusu önemli!

Özellikle bebeklerde oyuncakları ağıza götürme alışkanlığı oldukça fazla. Bu durumda oyuncağın hazırlandığı materyalin sağlığa zararlı içerikte olmamasının önemi büyük.
Pebble organik oyuncakları ile bebeğiniz ilk günlerinden itibaren güvenle oynayabilir.
Control Union (CU) Sertifikalı %100 Organik pamuk ipliği ile üretilmiş bu oyuncakların içi polyester malzeme ile doludur ve 30 derecede makinada yıkanabilir.                 
       
Pebble organik oyuncaklarının hepsi Bangladeşli kadınların el emeği ürünleridir. Hathay Bunano, kırsal kesimde yaşayan Bangladeşli kadınların adil ticaret (fair trade) esasında kazanç sağlamalarına olanak veren sosyal bir organizasyondur. Böylece Bangladeşli kadınlar bebeklerinden ve çocuklarından ayrı kalmadan çalışarak para kazanırlar, ekonomik açıdan ailelerine destek olurlar. Siz de yapmış olduğunuz bu alışverişinizle dünyada yoksullukla mücadeleye destek oluyorsunuz.

Toplam 6 çeşit organik ve 10 çeşit de Oekotex Standart 100'e uygun (tekstilde zararlı 100 kimyasalın kullanılmadan üretilmiş olduğunu belgeleyen standart) toplam 16 çeşit birbirinden güzel yumuşak oyuncaklar ile hem sizin içiniz rahat etsin hem  çocuklarınız sevinsin.

Hepsi ve daha fazlası www.totsandmore.com.tr 'de!


5 Eylül 2012 Çarşamba

Bebeklerde Organik Giysi : İhtiyaç mı? Lüks mü?







Bizim bloğumuzun isim annesi “Tots&More” biliyorsunuz bir organik bebek giysisi markası. Daha önce yola çıkış hikayemizden bahsetmiştik. Dolayısıyla bebeklerde organik giysi ihtiyaç mı lüks mü sorusunun cevabı bizim açımızdan çok açık ve net : İhtiyaç hem de zorunlu ve elzem !

Çünkü…

Pamuk, bugün dünyada tekstilde en fazla kullanılan elyaf ve yine pamuk, üretim esnasında en fazla kimyasal maddeyi tüketen hammadde. Geleneksel yöntemlerle üretilmiş pamuktan mamül ürünlerde kullanılan kimyasal maddelerin insan sağlığını ne derece tehdit ettiğini artık bilmeyen yok. Rahatlığı sebebiyle özellikle iç giyimde ve özellikle bebek ve çocuk kıyafetlerinde çokça kullanılan pamuk aslında hiç masum değil! Hal böyle olunca, organik pamuk kullanılarak üretilmiş giysiler bu tehlikeyi bertaraf etmekte önemli bir adım.

Bebeklerin, ince olmasından dolayı ciltlerinin hassasiyetini destekleyecek yumuşacık ve kimyasaldan uzak organik giysiler, bebekleri olası cilt problemlerinden korur ve organik pamuğun yumuşaklığında kendilerini rahat hissetmelerini sağlar. En önemlisi de geleneksel yöntemle yetiştirilen pamuktaki sağlığı tehdit eden zararlı kimyasal maddelerden uzak ve koruma altında olurlar.

Bu soruya uzman görüşleriyle yanıt vermek sanırım en doğrusu. O halde buyurunuz :

  • Uludağ Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bitki Koruma Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bahattin Kovancı, zirai ilaçların, kurallara uygun kullanımında bile zararlı etkileri olabileceğine dikkat çekerek, çiftçilerin yanlış ilaç kullanmalarıyla bu etkilerin arttığını ve soframızdaki zehirli sebzelerin kanser, gen mutasyonu, üreme bozuklukları gibi pek çok hastalığa neden olabileceğini söylüyor.

  • Dr. Sami Ulus Kadın Doğum, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi çocuk sağlığı ve hastalıkları uzmanı Nihan Hilal Sorguç, bebek giysilerinin üretildiği materyalin büyük önem taşıdığını vurgulayarak, yüzde yüz pamuk, organik pamuk veya bambudan üretilenlerin tercih edilmesini önerdi. Sorguç, şunları kaydetti:

    ''Aileler bebekleri için her şeyin en iyisini istediklerinden, organik bebek kıyafetleri gittikçe artan bir yaygınlıkta kullanılmaya başlandı. Pamuğun geleneksel yöntemle yetiştirilmesinde kullanılan tarım ilaçlarının birçoğunun artık kanserojen olduğu biliniyor. Bu giysilerin üretimi aşamasında kullanılan ağartıcı, yumuşatıcı, petrol ürünleri ve koruyucular da kimyasal madde ve ağır metal içeriyor. Üstelik defalarca yıkansa bile bunların giysilerden çıkıp çıkmadığı bilinmiyor. Ciltleri daha ince, bağışıklık sistemleri zayıf olduğu bilinen bebeklerin toksin yüküyle baş başa bırakılmaması gerekir. Giderek yaygınlaşan organik giysiler biraz daha pahalı olabilir, ancak bebekler için kesinlikle daha güvenlidir. Bebeklere bambu giysiler de gönül rahatlığıyla giydirilebilir. Özellikle yumuşacık olmaları ve emiciliklerinin yüksek olması tercih nedenidir.

  • International Hospital Çocuk Alerjisi Uzmanı Doç. Dr. Feyzullah Çetinkaya, organik pamuğun, toprağa hiçbir kimyasal madde katılmadan üretildiği için zararlı kimyasal maddeleri içermediğini belirterek annelere önerilerini şöyle sıralıyor : Normal bir yetişkinin derisi doğal olmayan maddelerden üretilen giysilerden zedelenmediği halde, birçok yabancı maddeyi ve mikrobu geçirmeme özelliliğine de sahip. Buna karşılık yeni doğan bebeğinizin vücut savunma sistemi tam gelişmemiş olduğundan, zararlı maddeleri tam durduramaz. Özellikle derinin kıvrım yerleri, koltuk altı ve bacak arası gibi yerlerden, derideki maddelerin (buna ilaçlarda da dahildir) emilimi fazladır. Bebeğinizin savunma sisteminin ve derisinin erişkinlerdeki düzeye ulaşması yıllar içinde olur. Bundan dolayı deriden geçebilecek kimyasal maddeler kanında ve dokularında birikebilir. Biriken bu maddeler, zaman içinde bebeğinizde basit deri alerjilerinden, çok ciddi hastalıklara kadar değişen sağlık sorunlarına yol açabilir. Özellikle bebeklerde ve küçük çocuklarda organik giysiler giydirmeyi tercih etmelisiniz. 

Bu ve buna benzer görüşleri arttırmak mümkün. Basit bir google’lama işlemiyle bunu sağlayabiliriz. Sonuç bebeklerde organik giysinin elzem bir ihtiyaç olduğuna varıyor ancak bu bilincin annelerde oluşması da zaman alacak gibi.

Yeni soru şu : Konuyu ihmal edip görmezden mi gelmeli, yoksa ne olursa olsun biraz daha para verip, ya da örneğin 5 yerine 3 adet body alıp çocuklarımız için sağlıklı bir yaşamın yolunu mu açmalı?

Tercih siz sevgili annelerin!

16 Ağustos 2012 Perşembe

Şeker Bayramınız Kutlu Olsun!




Müslümanlar için Ramazan Bayramı, tüm bir ay boyunca tutulan orucun sonunda bir nevi kutlama.. Özellikle son dönemlerde, çalışan kesim için ise bir nevi tatil ve şehirden kaçış bahanesi. Her ne kadar çocukluğumuzdaki bayramlar kalmasa da (bunun sebebi artık çocukca hislerimizi kaybetmiş olmamızdır belki) bayram olgusu içimizde bir sevince neden oluyor hala birçoğumuz için.

Bayramlık kıyafetleri başucunda uyuyan çocuklar, elini öpen çocuklara mendil ve harçlık veren büyükler, anneanne-babaanne-dede sevgisi, tanımadığı kapıları dahi bayramın verdiği cesaretle çalıp harçlık isteyen çocuklar, elde şeker kutularıyla büyüklere yapılan bayram ziyaretleri, anne yapımı baklava, ailece yenen kuşluk yemeği, ailenin reisi babanın bayram namazından gelip eve bayramı getirmesi, büyüklerin verdiği harçlıkları durup durup sayıp neleri alabileceğini hesap etmek, ilerleyen saatlerde dedenin huzurunda toplanan geniş ailenin geleneksel bayram yemeği...çocukluğumun bayramlarının bana bir çırpıda hatırlattıkları.

Peki "Ramazan Bayramı"na neden aynı zamanda "Şeker Bayramı" da deniyor? Rivayet muhtelif..ama en akla yatanı bayramda ziyaretlere gidilirken götürülen şekerler ve bayram kutlayan çocuklara verilen şekerler..

Bayramın adı "şeker" kalsın da, bizler fazlaca tüketmeyelim. Yazımıza koyduğumuz resim gayet güzel anlatıyor :

"Şimdiki seçimleriniz, gelecekteki sağlığınızı belirliyor, sizi seven besinleri seçin!"

E tabi, bu besinler bir de organik olursa balından yenmez :)

Mutlu bayramlar..

13 Ağustos 2012 Pazartesi

Muhteşem Bir Meyve-Sebze Renk Pantonesi !



Ne muhteşem bir görsel şölen değil mi? Sanki bir sanat eseri…
Aslında evet, bir nevi sanat eseri;  en büyük sanatçıya ait!

Hiç düşündünüz mü, meyve ve sebzelerin bu can alıcı renkleri hayatımızı nasıl etkiliyor? Amerikan Kanser Derneği ve John Hopkins Hastanesi’nin yaptığı ortak araştırma diyeti oluşturan renklerin hastalıklarla yakın ilişkisi olduğunu ortaya çıkardı. Sebze ve meyveden zengin diyet, kanser riskini kesinlikle azaltıyor. Peki meyve ve sebzelerin renkleri hayatımızı nasıl etkiliyor? İşte renklerine göre besinler ve yararları:

BEYAZ
Beyaz renkli besinler LDL kolesterolü düşürüp, kalp hastalıkları riskini azaltıyor. Muz, armut, karnabahar, sarımsak, soğan, mantar, patates gibi beyaz renkli besinleri tüketerek kalp hastalıkları riskinizi minimuma indirmeniz mümkün.

SARI VE TURUNCU
Sarı ve turuncu renkli besinler bağışıklık sisteminin güçlenmesini sağlıyor. Göz ve kalp hastalıklarına karşı kalkan oluşturuyor. Portakal, şeftali, mango, kavun, havuç, ananas, üzüm, balkabağı, kayısı, sarı elma, mısır bu renk besinler arasında en bilinenler.

YEŞİL GIDALAR
Yeşil renkli besinler kemikleri koruyor, dişleri güçlendiriyor, göz sağlığına zarar gelmesini önlüyor. Bazı kanser türlerine yakalanma riskini de azaltıyor. Yeşil renkli gıdalar arasında kivi, ıspanak, brokoli, brüksel lahanası, marul, lahana, avokado, yeşil elma, salatalık, biber, taze soğan, roka gibi besinler yer alıyor.

KIRMIZI GIDALAR
Domates, kırmızı elma, çilek, karpuz, ahududu, kiraz, turp gibi kırmızı besinler sağlık açısından oldukça önemli. Kırmızı renkli besinlerin Alzheimer hastalığından korunmada başrolü oynadığı artık kanıtlandı. Kırmızı besinler, kalbin kan akımını düzenliyor ve üriner sistemin sağlığını da koruyor.

MAVİ VE MOR
Mavi ve mor renkli besinler etkisini en çok hafıza üzerinde gösteriyor. Bu renkteki gıdalar pek çok kanser türüne (başta prostat kanseri olmak üzere) yakalanma riskini azaltıyor. Dolaşım sisteminin korunmasına ve sağlıklı yaşlanmaya da yardım ediyor. Erik, siyah üzüm, patlıcan, böğürtlen, incir, yabanmersini, lahana gibi besinleri yoğun tüketmeye özen gösterin uyarısında bulunuyor uzmanlar.

Peki günlük meyve-sebze tüketim miktarı ne olmalı? Türkiye Halk Sağlığı Kurumu’nun www.beslenme.gov.tr sitesindeki bilgiler aşağıda :

Günde en az 5 porsiyon sebze veya meyve tüketilmelidir. Günlük alınan sebze ve meyvenin en az iki porsiyonu yeşil yapraklı sebzeler veya portakal, mandalina gibi turunçgiller veya domates olmalıdır. Portakal, elma, armut, muz gibi meyvelerin orta büyülükteki bir tanesi, kaysı ve erik gibi meyvelerin 3–6 adeti, çilek, kiraz gibi olanların 10-15 adeti bir porsiyon sayılır. Yeşil sebzelerin doğrandığı zaman 2-3 su bardağını dolduran miktarı, bir orta büyüklükte patates, bir orta boy havuç, bir küçük yeşil kabak bir porsiyon olarak kabul edilir.

Son olarak, yaşam anlamına gelen "vital" kelimesinden türetme "vitamin" yaşamsal önem taşıyor ve eksikliğinin fiziksel sonuçları kadar psikolojik ve ruhsal etkilerinin de olabileceğini hatırlatmakta yarar var.

9 Ağustos 2012 Perşembe

Sürdürülebilirlik ve Sürdürülebilir Kalkınma


Son yıllarda, gezegenimizin geleceği ile ilgili artan kaygılarla birlikte bu konuda yapılması gerekenlere kafa yorma konusunda bilinç düzeyinin giderek arttığını düşünüyor ve gözlemliyoruz. Bu bilinçlenme bireysel, kurumsal ve devletler düzeyinde yükselişe geçti. Çevre ve insan yararına ve gelecek adına yapılan çalışmaların tanınan kimse ya da kurumlar eliyle ve önderliğinde yapılması elbette ki etkiyi arttırıyor. Örneğin 2006 yılında Amerika Birleşik Devletleri eski başkan yardımcısı Al Gore’un An Unconvenient Truth (Uygunsuz Gerçek) belgeseli ile iklim değişikliğine dikkat çekmesi takdir topladığı gibi konuya ilginin artmasında da önemli rol oynadı.

Bu yazının konusu kurumsal düzeyde yapılanlara yönelik olacak ve iki önemli kavramı açıklamaya çalışacak : Sürdürülebilirlik ve Sürdürülebilir Kalkınma.
Birçok kişi kulaktan dolma bilgilerle “sürdürülebilirlik“ kavramını günlük hayatta “istikrarlı olmak” anlamında kullanmakta. Kelime anlamı olarak daimi olma yeteneği olarak açıklanabilecek olan sürdürülebilirlik (sustainability) kavramı, 1992 yılında Brezilya’nın Rio de Janerio şehrinde yapılan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda ilk defa gündeme taşınmış ve o günden beri ekolojik sistemin çeşitliliği ve üretkenliğinin devamını anlatmada önemli bir unsur ve dayanak olmuş.  Sürdürülebilirlik kavramı için Amerikan Çevre Koruma Ajansı EPA (U.S. Environmental Protection Agency ) kısaca ; “direkt veya dolaylı olarak doğal çevremizde yaşamamız ve refah içinde olmamız için gerekli olan her şeydir” diye geniş bir tanımlama yapmış. Bu tanımın devamı sürdürülebilir kalkınmanın açıklanmasıyla bütünlük kazanır. Sürdürülebilir kalkınma ise yine BM Çevre ve Kalkınma Komisyonu tarafından “ekonomik büyüme ve refah seviyesini yükseltme çabalarını, çevreyi ve yeryüzündeki tüm insanların yaşam kalitesini koruyarak gerçekleştirme yöntemi” olarak açıklanmıştır.
Bugün de sürdürülebilirlik kavramı, ekonominin ve günlük hayatın hemen her alanında dillere pelesenk olmuş durumda. Hatta o kadar ki, kurumsal şirketler, yatırımcıları için hazırladıkları yıllık raporlarda sürdürülebilirlik adına yaptıklarını anlatarak artı puan toplama ve toplum önünde “doğaya ve insana saygılı yeşil kurum” imajı oluşturma ve katkı sağlama çabasında. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB) da, bünyesinde işlem gören şirketler için “Sürdürülebilirlik Endeksi” projesini hayata geçirme aşamasında. Bu proje ile şirketlerin, küresel ısınma, doğal kaynakların tükenmesi, su kaynaklarının azalması, sağlık, güvenlik, istihdam gibi Türkiye ve dünya için önemli olan sürdürülebilirliğe ilişkin meselelere nasıl yaklaştıklarını ortaya koyacak, yaptıkları faaliyetlerin ve aldıkları kararların bağımsız bir gözle değerlendirilmesini sağlayacak bu proje ile endeks şirketleri “nasıl da yeşil bir kurum” olduklarını bir nevi tescil ettirmiş olacaklar.

Kurumsal düzeyde yapılanlar bireysel bazda yapılacak olanlara öncü olmak adına sevindirici. Günlük hayatta bizler ne kadar sürdürülebilir faaliyetler içerisindeyiz peki?  Günlük hayatta bir insanın yapabileceği sürdürülebilir faaliyetler şunlar olabilir :

-         Çöpleri tekrar kullanılabilecek olanlar ve olmayanlar şeklinde ayrıştırarak biriktirmek,
-         Lüzumlu olmayan lambaları kapatmak,
-         Düşük enerji tüketen yeni nesil eşyalar/elektronik ürünler kullanmak,
-         Sera gazı yayan spreyler kullanmamak,
-         Hem gıdada hem giyside organik ürünler kullanarak bu yönde talep yaratmak,
-         Musluklarda ve duşta suyu tasarruflu kullanmak,
-         Düşük karbon ayak izi olan ürünleri talep etmek ve kullanmak,
-         Mümkün olan yerlere toplu taşıma araçlarıyla gitmek,
-         Giyside ve eşyada moda peşinde koşmaktansa eldekileri modaya uydurmaya çalışmak,
-         Münkün olduğunca ağaç dikmek, ortamları yeşillendirmeye çalışmak ve mevcudu korumak,
-         Bağda bahçede doğada hiçbir canlıyı öldürmemek, her bir canlının besin zincirindeki yerini ve doğanın dengesine katkısını bilerek hareket etmek,
-         Yenilenebilir enerji kaynaklarını talep etmek dolayısıyla desteklemek

Ve en önemlisi :

 DOĞANIN BİR PARÇASI OLDUĞUMUZU BİLEREK KENDİNİ SEVMEK J



30 Temmuz 2012 Pazartesi

Tota&More Bumini'de!




% 100 Organik pamuktan ve sertifikalı ürünlerimiz bu hafta http://www.bumini.com'da/. Kampanya süresince ürünlerimizi %45'e varan indirimlerle satın alabilirsiniz.

20 Temmuz 2012 Cuma

Ormanlar Kralının Nesli Tükeniyor !


Bu sabah Nat Geo Wild’da izlediğim bir belgesel beni dehşete düşürdü. Belgesel “büyük kediler” aslanlar üzerineydi ve dünya yüzeyinde sayılarının hızla azaldığına dikkat çekiyordu. İnsanoğlu sayesinde, nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalan çokça hayvan türü olduğunu biliyoruz ama aslan gibi hayvanlar aleminin önemli bir sembolünün de bu tehlike ile karşı karşıya olduğunu öğrenmek gerçekten üzücü ve ürkütücü!

Ve sıkı durun : Yaklaşık 450.000 olan aslan sayısı, 50 yıl içinde 20.000 ler civarına düşmüş!
Evet 50 yıl, tek bir insan hayatı için uzun bir zaman dilimi ancak 4 MİLYAR 600 MİLYON yaşında olan gezegenimiz için ne kadar kısa olduğunu düşünebiliyor musunuz? Bu hızla tükenmeye giderse, torunlarımız aslanları, soyu tükenmiş canlılar kategorisinde ansiklopedik bilecek. Ormanlar kralı tüm ihtişamıyla boy gösteremeyecek, bir sembol tarih olacak.

Bu durum sizi de kaygılandırmıyor mu? Yok olan hayvan ve bitki türleri, doğal afetlerdeki artış, hava kirliliği, ozon tabakasının delinmesi, insan sağlığı üzerinde ciddi olumsuzluklar yaratan, zararlı ilaçlı tarım, GDO’lu tohumlarla yetişmiş yiyecekler, zararlı kimyasal kullanılarak üretilmiş hammaddeden mamul giysi tüketimi, hızlı tüketim, kötü tüketim, her şeyi … İnsanın doğaya verdiği zararlar kolay telafi edilecek gibi değil. Bilinçlenmek ve yeni nesli bilinçlendirmek şart.

Yaşamın son 500 yıllık evriminde, biyosferin hiç bu kadar tahribata uğramadığını vurgulayan Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Zooloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Sıkı’nın aşağıdaki sözleri, doğanın dengesi bozulduğunda, ortaya çıkacak zararın telafi edilemeyecek sonuçlarının  olabileceğini anlatması açısından  son derece çarpıcı :

"
Bütün canlıların yaşamlarını sürdürebilmeleri için kesinlikle insana ihtiyacı bulunmaz, ama insanın yaşamını sürdürebilmesi için en küçük hücreliden yırtıcılara kadar bu canlılara ihtiyacı var. Eğer habitat (hayvanların yaşam ortamı) tahribatı, plansız nüfus artışı, yapılaşma, ormanların yakılması, sulak alan tahribi sürerse, birçok tür tükenme tehlikesine girer. Bir türün, dünya üzerinde ya da lokal olarak bulunduğu bölgede yok olmasının kötü sonuçlarını kimse kestiremez. Bu, yakın zamanda da ortaya çıkmaz. Örneğin bizi rahatsız eden karasinek birden ortadan kalksa, her tarafı hayvan leşleri götürür. Ya da baykuşların yok olduğunu düşünelim; o zaman tarla fareleri üzerindeki baskı kalkar."

O muhteşem dengeyi bozmakta payı olan fena çocuklarız hepimiz.